Seong-gun (Kim Soo-ro), tembel mi tembel bir lise jimnastik öğretmenidir. Bir gün okulu İngilizce programını geliştirmeye karar verir. Seong-gun'un yapacağı tek şey İngilizce öğrenmektir. Hatta İngilizce öğrenip, öğrencilerine de öğretmek...

Jin bir karabasan görmüştür; rüyasında onun yüzünden bir trafik kazası oluyordur. Uyanıp, rüyasında gördüğü kaza yerine gittiğinde, kabusundaki şeklinde bir kazayla karşılaşır. Fakat kazaya Ran isminde bir kadın sebep olmuştur.Jin kaza mahallinde Ran’la tanıştığında aralarında bir bağ olduğunu anlar. Ran Jin’in rüya gördüğünde yaptıklarını, gerçek hayatta yapıyordur.Aşk, bellek, hayal öğelerini insanların doğru kuramadıkları mesajşim üzerinden anlatan yönetmen Kim Ki-duk ’un on beşinci uzun metrajlı filmi Rüya’da da usta, insan ilişkilerinin yarattığı dramı beyazperdeye taşıyor.

1953, Kore savaşı bitmiş, hayatta kalma savaşı adım atmıştır. 18 yaşındaki iki delikanlı, Taeho ve Jongdu, öksüz çocuklar kampında kalmaktadır, burası bir toplama kampını aratmaz, hepimiz açlıktan, insanlık dışı muameleden ve dayanılmaz çalışma koşullarından acı çekmektedir. Fakat bu ikilinin daha güzel bir yarın rüyası vardır. Akıllı ve akıllı olan Taeho'dur, sokak kabadayısı olansa Jongdu'dur. Beraber Amerikan ordusunun malzemelerini çalmayı planlarlar ve işi büyütmek için başka gençleri aralarına alırlar. Sadece bölgedeki çetelerin elinden işi almaya kalkışınca, hayatta kalma savaşı gerçek bir cenka rotatif.

Cenup Jeolla eyaletinin uzak bir adasında, 12 ögrenci tek bir derslikı paylaşırlar. çağıl teknolojiden yoksun, bir bisiklet ile gözlüğün arasında ki farkı anlayamacak kadar. Onlara göre ikisindede iki daire var.

Müzisyen olmak isteyen Soo-yeon, yurtdışındaki bir üniversiteye kayıt olmaya karar vermeden önce, hayallerine aldırmayan ailesinin itirazıyla karşılaşır. Hayallerini gerçekleştirmek için bir yol arar, fakat şans onun yanında değildir. Nihayetinde, güvendiği tek kişi olan, eski arkadaşı Dong-ho ile beraber bir müzik yarışmasına katılır. Ama sahneye çıktığı zaman, kalbi yerinden çıkacak gibi atmaya başlar…

Whagoklee köyü geçmiş on yılda bir seri ırza geçerek cinayet vakalarına sahne olmuştur. Polis vakaı çözememiş, köylülerse teker teker gitmeye başlamıştır, köy hemen hemen bir harabeye dönmüştür. Sonraki iki yıl süresince hiçbir şey olmayınca polis takibatı bırakmıştır, ve bölgeye yine refah gelmiştir. Derken, bigün bir dehşet dalgası köyü süpürür, iki üniversiteli kıza saldırı edilip öldürülmüştür.Bir hayalet avcısı olan CHOI Kang polisin tersine bunun bir insanın değil, bir kötü ruhun işi olduğunu iddia eder. Vakasın arkasından köye bir başka hayalet avcısı daha, gazeteci Bay SHIN gelir. İnsanları sarsan bir katliam işleyen kötü ruh sadece Kang ve Bay SHIN tarafınca görülebilmektedir

Filmin amacı Tokyo’yu insani olmayan dev bir şehir gibi göstermek değil, çalışan yetişkinler dünyasında kaybolmayı reddeden genç bir kadının kişiliğini anlatabilmek...Bugünün sinemasının en olağanüstü ve kendine özgü üç yeteneğinden Tokyo hakkında üç düşsel film: Bong Joon-Ho (Cinayet Günlüğü, Yaratık), Leos Carax (Köprüüstü Aşıkları, Kötü Kan) ve Michel Gondry (Rüya Bilmecesi, Sil Baştan)

Yong-soo karısı ve oğluyla Kuzey Kore'de küçük bir kömür ocağı olan bir kasabada yaşamaktadır. Çok fakir olmalarına rağmen hep birlikte oldukları için mutlu bir hayat sürerler. Bir gün Yong-soo ilaç almak bir yana, karısını doyuracak para bulamazken, hamile eşi çok hastalanır. Karısını iyileştirecek ilacı bulabilmek için gizlice Çin sınırını geçer. Çin'de birçok korku dolu olaylardan sonra Yong-soo mülteci olarak Güney Kore'ye geçmeyi başarır. Bu arada karısı vefat eder ve küçük oğlu tek başına kalır. Tek başına kalan çocuk babasını aramaya başlar...

21. Asır sinemasının parlayan yıldızı cenup Kore. Kim-Ki Duk, Chan-wook Park, Joon- Ho Bong şeklinde nice kabiliyetlerle sinemaya farklı bakış açıları kazanmıştırran cenup Kore’den Hong-Jin Na da önemli bir başarı sergiliyor. ‘Memories of Murder’ şeklinde bir mihenk taşına selam dururcasına benzer bir sistem eleştirisini de yapmayı dikkatsizlik etmiyor. Alışılagelmiş seri katil filmlerinin klişelerini de altüst ediyor. Katil başından itibaren gözümüzün önünde, üstelik bir süre sonrasında karakolda ifade verirken suçlarını da itiraf etmeyi dikkatsizlik etmiyor. Amerikan klişesi karizmatik ve kahraman polisler değil, alelade hatta bürokrasinin de etkisiyle her şeyi birbirine karıştıran beceriksiz polisler var işin başlangıcında. İnceden inceye planlanmış cinayetler, bildiri kaygısıyla biçimlendirilmiş kurbanlar (Seven), zeki dedektiflerle girilen hem entelektüel bununla beraber alabildiğine esrarengiz kovalamacalar yok filmimizde. Cenup Kore polis teşkilatının çürümüşlüğüne ve bürokrasinin siyasal otoritenin oyuncağı haline gelmesine yönelik ince bir gülmece anlayışı var. Yönetmenin ilk filmi olduğu göz önüne alınınca ismini not etmekte yarar var.